Rakamlar pek iç açıcı değil, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın paylaştığı verilere göre Türkiye’de çiftçi sayısı 500 binin altına düşerek tüm zamanların en düşük seviyesine geriledi. Tabii bu veriler, Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı çiftçilerin sayısını yansıtan veriler, bir de Sosyal Güvenlik Sistemine Kayıtlı olmayan çiftçiler var.
116’ıncısı yayınlanan TEPAV İstihdam İzleme Bülteni’ne göre Ocak ayında çiftçi sayısı yüzde 13,2 düşüşle yani 75 bin kişi daha azalarak 493 bin kişi oldu.
Şimdi burada bir kafa karışıklığı olabilir; TEPAV’ın yayınladığı rakamlar, SGK’ya kayıtlı çiftçiler üzerinden elde edilen verilerle ortaya çıkan sonuç. Dolayısıyla SGK’ya kayıtlı çiftçi sayısı güncel verilerle 493 bin, ancak bu Türkiye’deki toplam çiftçi sayısı demek değil, bunun ötesinde sigorta sistemine kayıtlı olmayan yüz binlerce çiftçi var.
TEPAV’IN VERİLERİ BİZE NEYİ GÖSTERİYOR?
2019 yılında Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 83 bindi, bu rakam 2020 yılında 1 milyon 803 bine geriledi. Aradan geçen 2 yıla rağmen bugün Türkiye’de SGK dışındaki toplam çiftçi sayısı bilinmiyor. ÇKS kaydı olan çiftçiler ve çiftçilik yaptığı halde ÇKS kaydı olmayan üreticiler dahil ortada net bir rakam yok. 2020 yılının verilerden hareketle 1 milyon 803 bin çiftçiyi baz alırsak düşünün bunlardan sadece 493 bini sigortalı, geri kalanı sigortasız, sosyal güvencesiz, kayıt dışı…
Ne yazık ki bugün değil karlı bir üretim yapmak Bağ- Kur primini dahi ödeyemeyen, emeklilik istikbali kuramayan, bilgi ve tecrübesini gelecek nesle aktar(a)mayan bir yapı içine hapsedilmiş durumda Türk çiftçisi.
Çiftçi bu yapıya nasıl hapsoldu, çiftçiyi üretim ekosisteminin dışına iten politikalar nasıl belirdi? Cumhuriyetin kuruluşundan, dünden bugüne bakalım. O gün tarım bu coğrafya için ne ifade ediyordu, çiftçi ekonomik temellerin neresindeydi, bugün tarım ne ifade ediyor ve çiftçi sistemin hangi parçası?
CUMHURİYETİN EKSERİYET-İ AZİMESİ ÇİFTÇİLER
“Türkiye Cumhuriyeti köylülerin üretimine dayanan bir ülke olarak varlık buldu.”
Cumhuriyet kurulurken gelişmenin ağır yükünü 11 yıl süren savaşlarda büyük kayıplar veren köylüler üstlenmişti. Kurtuluş Mücadelesini kanla canla başla kazanan o günün köylüsü aynı zamanda Anadolu’da işgalden kurtardığı topraklarda üretim yapan, toprağı işleyen çiftçisiydi. Sanayinin olmadığı Cumhuriyetin kuruluş yıllarında temel üretim aracı topraktı ve tarımın baskın olduğu ekonomik bir yapı hakimdi. Genç Cumhuriyette nüfusun 3’te 2’si kırsalda yaşıyordu ve 1927 yılında yapılan ilk tarım sayımında 1 milyon 751 bin 239 çiftçi ailesi doğrudan üretimde yer alıyordu. Bu da o dönem nüfusunun yaklaşık yüzde 70’ine denk geliyordu. Bu yüzdendir ki Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşından hemen sonra aşarı (öşür) kaldırmış, çiftçiyi altından kalkamadığı, tefeciye mecbur bıraktığı bu ağır vergi yükünden kurtarmış ve bir takım yeni reformları hayata geçirmişti.
İşte milletin ekseriyeti azimesi (büyük çoğunluğu) çiftçiler, köylüler Mustafa Kemal’in de dediği gibi bu yüzden “Milletin Efendisi”ydi.
Önce Köy Kanunu kabul edildi, ardından Ticaret Borsaları kuruldu, sonra aşar kaldırıldı, daha sonra Medeni Kanun ile topraksız çiftçi topraklandırmak amaçlandı. Tarıma dayalı sanayi inşa etmek amacıyla her biri Cumhuriyet’in birer kalesi olan Şeker Fabrikaları kuruldu, Kooperatifler Kanunu çıkarıldı, çiftçinin Ziraat Bankası aracılığıyla kredi olanakları genişletildi, Toprak Mahsülleri Ofisi kuruldu ve taban fiyat uygulamasına geçildi.
“Ekonominin temeli ziraattır.” Ekonomin temeli tarımdı, üretimdi, üreten çiftçi ve köylüydü, bu yüzden çiftçiden yana bir dizi kanun hayata geçirildi, reformalar yapıldı.
TOPRAK AĞALARI BESLENİYOR
Çiftçiliği itibarsızlaştıran, çiftçilik mesleğini deyim yerindeyse ayaklar altına alan, kırsalda istihdamın istikbalin önünü kapatan neo-liberal tarım politikaları 1980’li yıllar itibarıyla tarımda uygulansa da Çok Partili dönemin tarım politikaları, amacına bir türlü hizmet etmeyen toprak reformu Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki “kırsal kalkınma” amacından uzaklaştı. Demokrat Parti döneminde bir grup zümre, büyük toprak sahibi parti içerisinde tarıma ilişkin verilen kararlarda belirleyici oldu. Marshall Yardımları ile yapılan traktör ve ekipman ithalatı, makineleşme ve girdi kullanımı ile tarımsal üretim artsa da tarımda alına gelinen kararlar büyük toprak sahipleri/ toprak ağaları lehine oldu, elinde küçük toprağı olan veya yeteri toprağı olmayan çiftçinin yoksulluğu başladı. Tarımda çatırdamaların başladığı bu dönemde hayata geçirilmek istenen ancak bir türlü amacına ulaşmayan “Toprak Reformu” ile küçük çiftçilerin toprak sorunu bir türlü çözülemedi. Küresel şirketlerin Türkiye pazarına girmeye başladığı 1960’lı yıllarda artık yoksul çiftçilerin muhalefeti kırsalda hissedilmeye başlandı. Aslında bu dönem tarımdan sanayiye doğru geçişi hızlandıran kararların, hayata geçirildiği dönem olmuş ve kırsaldan yoksul çiftçinin kentlere doğru göçünün de başlangıcı oldu.
1960’lı yılların tarım tablosuna baktığımızda daha çok toprak ağalarını güçlendirecek olan destek ve teşviklerin tarımda yoğunlaştığı, küçük üreticilerin yoksullaştığı, toprak ağalarının irileştiği, irileşen toprak ağalarının en irileri ile başta ABD olmak üzere tarımdan sanayiye hızla kaynak aktarılan ekonomik ve politik dönem olduğunu söylemek mümkün.
NEOLİBERAL POLİTİKALARA KURBAN GİDEN ‘TARIM’
1980’li yıllar Cumhuriyet dönemi boyunca özü itibariyle destekleyici, koruyucu ve müdahaleci olan tarım politikalarından kopuşun başladığı, bunun yanı sıra destekleyici koruyucu tarım politikalarından uzaklaşılmaya başlandığı yıllar olarak tarihe kazındı.
Tarıma, Türk çiftçisine 24 Ocak Kararlarıyla tarıma en büyük darbe vuruldu.
Türk ekonomisini dışa açma, piyasa ekonomisine geçiş ve liberalleşme yönünde köklü değişiklikler öngören 24 Ocak Kararları ile tarım sektöründe devlet müdahalesinin azaltılması ve destekleyici – koruyucu politikalardan uzaklaşılması hedeflendi.
24 Ocak kararlarıyla başlayan, 1980’li yıllarda günümüze kadar uzanan ve günümüzde de uygulanan neo liberal tarım politikaları, devlet destekli üretim modeli yerine serbest piyasa koşullarının inisiyatifine bırakılan tarım sektörü, sanayileşme mücadelesi ve ithal ikameci liberal ekonomi hevesiyle en büyük kan kaybını yaşadı. 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’yı besleyen Anadolu’nun artık temel gıda maddelerini üretmek yerine ithal girdilerle verimliliği arttıran tarımsal politikalar ağırlık kazanmaya başladı. Bu süreçten sonra Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT), Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK), Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayi, SEK özelleştirildi. Tarımda girdilere yapılan sübvansiyon ve tarım ürünlerine yönelik “destekleme alımları” kaldırıldı. Yem, gübre üreten kurumlar özelleştirildi. Tarımda bugünün en temel sorununu oluşturan girdilerde çiftçi dışa bağımlı hale getirildi. Bu süreçten sonra tarımda kronikleşen maliyet sorunu başladı.
DÜNDEN BUGÜNE SONUÇ: ÇİFTÇİ BAĞ-KUR PRİMİNİ BİLE ÖDEYEMİYOR
Yazımın başında da belirttiğim gibi Cumhuriyet’in kurucuları, taşıyıcıları ekseriyeti azimesi olan çiftçiler bugün uzun yıllardır süregelen yanlış tarım ve hayvancılık politikalarının kurbanı oldu. Yüzde 80’in üzerine çıkan girdi- maliyet enflasyonu ( Şubat ayı Tarım- GFE) ve karşısında fiyat baskısıyla derinleşen bir yoksullaşma içine girildi, kredi borçları katlandı, tarımsal üretim pandemi ve beraberinde Rusya- Ukrayna Savaşıyla içinden çıkılmaz bir hal aldı.
İşte bu sebepledir ki, tarımdan kopuşların başladığı bu süreç doğrudan sosyal güvenceye yansıyor. Çiftçi önce sosyal güvenlik sisteminden çıkıyor, sonra üretim ekosisteminden. SGK’lı çiftçi sayısı her geçen gün azalırken, üretimden çıkan çiftçi sayısı da her geçen gün artıyor. Son yıllarda giderek artan bu kaybın en tablosunu SGK verileri çok net bir biçimde ortaya koyuyor. 2011 yılında 1 milyon 122 bin olan SGK’lı çiftçi sayısı 2021 yılının eylül ayında 530 bine kadar düştü. Yani son 10 yılda yüzde 53’ten fazla bir azalma söz konusu. Ve TEPAV’ın son araştırmasına göre bu rakam 500 binin de altına inerek 493 bine kadar geriledi. İşte bu gerilemenin temel sebebi çiftçinin değil karlı üretim yapmak BAĞ-KUR primlerini dahi ödeyememesi. Sadece 2022 yılında bile yüzde 44,87 artışla Tarım Bağ-Kur primi 1.668,83 TL oldu. Kazançlı üretim yapamayan çiftçilerin bu primi ödemesi neredeyse imkansız ve devlet desteği de yetersiz. Tarım Bağ-Kur primlerinin 15 güne düşürülmesi ve hazine teşvikini yüzde 50’ye çıkarılması gibi sübvansiyonlardan bahsedilse de hiçbiri hayat geçirilmiyor.
Özetle çiftçi geleceğini garantiye alan sigortasını, BAĞ-KUR primini ödeyemiyor. Politika, strateji yetersizliği, plansızlık ve maliyet kıskacında kalan çiftçi herhangi bir sosyal güvenceye sahip olamadan sadece gününü kurtarmak, hayatını zorlu şartlarda idame ettirebilmek için üretim yapıyor. Sosyal güvenceden yoksun kalan çiftçiler tarım dışı sektörlerde arayışlarla hayat bulmaya çalışıyor.
Sonra da SGK primini bile ödeyemeyen çiftçinin 85 milyonu doyurması bekleniyor,
Çiftçi bu milleti doyurur ama devlet çiftçiyi doyuramıyor.
Hazırlayan: Gazeteci Merve Ekinci