Son bir yılda tarımda kullanılan enerji maliyetleri ortalama yüzde 70, mazot yüzde 109, elektrik yüzde 20 arttı. Yetmedi, 1 Temmuz’dan itibaren tarımsal faaliyetler abone grubuna için yani çiftçinin kullandığı elektriğe yüzde 30 zam yapıldı.
Hava sıcaklıkları normalin üzerinde artıyor, dolayısıyla sulama ihtiyacı ve elektrik tüketimi de yükseliyor. Zam çiftçinin en çok sulama yaptığı yani en çok elektrik kullandığı dönemde geçerli oldu.
İnanıyorsanız, TÜİK tarafından son açıklanan nisan ayı tarımsal girdi fiyat artışı yüzde 52,2 oldu. Mayıs ve haziran aylarında bu artış devam etti. Tarımsal girdiler her ay ortalama olarak yüzde 2 artıyor.
Çiftçimiz zaten çok güç şartlarda üretimini sürdürmeye çalışıyor. Üreticimiz buğday ve arpada beklediği fiyatı bulamadığı gibi mısır, ayçiçeği, fındık, şeker pancarında da aynı şekilde düşük oranlarda artış gerçekleşmesinin endişesini yaşıyor. 2024 tarımsal destekleri daha açıklanmadı. Ürün planlamasına geçilecek, daha hiçbir detay belli değil. Üstüne birden bire yüzde 30 elektrik zammı şoku.
Biliyorsunuz, seracılık faaliyetlerinde ısıtma, soğutma ve aydınlatma için yoğun bir şekilde elektrik kullanılır. Elektrik zamları, seraların işletme maliyetlerini artırır ve bu da ürün fiyatlarına yansır.
Pandemi döneminde, Maraş depreminde, Rusya – Ukrayna Savaşı’nın ekonomik açıdan yarattığı darboğazlarda, aşırı sıcakların ve kuraklığın hüküm sürdüğü zor zamanlarda çiftçimizin fedakârlığını, azmini gördük, görüyoruz. Tarlaları, rafları, tezgâhları boş bırakmayan çiftçimiz de artık bu emeğinin karşılığını görmek istiyor.
Tarımda üretim maliyetleri içinde elektriğin payı, tarımsal faaliyetin türüne, kullanılan teknolojilere, sulama yöntemlerine ve bölgesel faktörlere göre değişiklik gösterir. Tarımsal üretim maliyetleri içinde elektriğin payı yüzde 5 ila 25 arasında değişiyor. Elektrik tüketimine ödenen bedelin sadece yüzde 5’ini tarımsal faaliyetler oluşturuyor. Çiftçimiz toplam tüketimin sadece yüzde 4’ünü gerçekleştiriyor. Yani tarım sektörü elektrik tüketiminde en alt sırada. Tarımın stratejik önemini düşündüğümüzde bu yüzde 4’lük tüketime zam yapmasınız ne olur sanki. Dolasıyla tarımda kullanılan elektriğin satış fiyatına gelen zamdan vazgeçilmesi ya da en azından azaltılması şarttır.
Çiftçimiz ağırlaşan bu yükün altından kalkamazsa hiçbirimiz kalkamayız.
Birçok çiftçi ikinci ürün ekmekten vazgeçti, hazırlıklarını durdurdu. Güneydoğu başta olmak üzere bazı bölgelerde ikinci ürün ekiminden vazgeçen çiftçilerin oranı yüzde 50’yi buluyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı uzun süredir ‘’Suya Göre Tarım’’ diyor. Susuz tarım, elektriksiz sulama olur mu?
Hadi çiftçi düşünülmüyor. Tarım ürünlerinin maliyeti artınca, gıda ve genel enflasyon artmayacak mı? Tarım ürünlerinin maliyetine eklenen bir birim, tezgâha en az 3 katı yansıyor. Dar gelirli tüketici ne yapacak?
Bir taraftan gıda enflasyonunu düşürmeye, damla sulamayı artırmaya çalışacaksınız, diğer taraftan aniden elektriğe yüzde 30 zam yapacaksınız.
Ayrıca bu durumu sadece elektriğe daha çok ödeme yapılması olarak görmek eksik olacaktır. Bu zamla beraber, çiftçilerimiz su kullanımını azaltabilir, bu durum verimi ve kaliteyi düşürür. İç tüketim ve ihracat olumsuz etkilenir, ithalat artar. Elektrik maliyetlerindeki artış, tarım sektöründe yapılacak yeni yatırımları ve modernizasyon projelerini de olumsuz etkileyebilir. Yüksek maliyetler, çiftçilerin yeni teknolojilere ve daha verimli, modern yani basınçlı sulama sistemlere yatırım yapmasını zorlaştırır. Nerede kaldı tarım ve gıda milliyetçiliği, gıda güvenliği, kendine yeterlilik…
Bu zam sadece çiftçiyi değil, hepimizi çarpar.
Bu son yüzde 30’luk elektrik zammı en çok kimi vurdu? Küçük çapta, günlük – geçimlik üretim yapan çitçimizi vurdu. Tüketim tarafında da tüm yükü dar gelirli vatandaşın üzerine yüklediler, tarımsal üretimde de küçük çiftçinin…
Nasıl orta direk kalmadıysa, küçük çiftçi de mi kalmayacak, amaç bu mu? Uluslararası örgütler küçük aile çiftçiliği geleceğimizin garantisidir, sigortasıdır derken, biz aile çiftçiliğini bitiriyoruz.
İsrail 9 ay önce Gazze’de soykırıma başladı… Gazzeliler aç kalsın diye İsrail ilk nereleri vurdu biliyor musunuz? Su kuyularını…
Aç kalmamak için tarım lazım, tarım için su lazım, su için elektrik lazım çünkü.
Hakkari’de zamanında terör nedeniyle boşalan köylere, vatandaşlarımız geri dönsün isteniyor. Vatandaş orada ne yapacak, e tabi ki tarım yapacak. Devletimiz bu nedenle bölgede alt yapı çalışmalarını hızlandırmış. Altyapıda ilk sırada ne var; elektrik ve su iletimi… Alt yapıyı kuruyorsunuz, elektriği veriyorsunuz, ücretin yüksekliğinden kimse kullanamıyor.
Sadece elektrik ücretinin yüksekliği mi sorun? Hayır. Tarımsal sulamada kullanılan elektriğin ücretlendirmesinde takip edilen yöntemler de (yöntemsizlikler aslında) maliyetleri artırıyor. Ekonomik olarak sulanabilir olan 8,5 milyon hektar tarım alanımızın yüzde 80’ine yani 7,1 milyon hektarına suyu götürmüşüz. Ama sulamaya açılan alanların, bakın tüm tarım alanlarının değil, sulamaya açılan alanların bile 3’te 1’ni zaten başta ekonomik olmak üzere çeşitli nedenlerle sulayamıyoruz.
Suyumuz azalıyor. Ama sulama randımanımızı istediğimiz düzeyde artıramıyoruz. Resmi söylemlere göre 2030 yılında yani sadece 5,5 yıla kadar suyumuz %20 azalacak. Su Kanunu kurumsal karmaşayı önleyecek içerikte çıkmalı ve yatırımların hızı artmalı.
Su konusunda hem politika geliştirme, hem uygulama ve yatırımlar konusunda kamu kurumlarının yetki ve sorumluluk alanlarındaki karışıklık cabası.
Çok uzun zamandır Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile Su Yönetimi Genel Müdürlüğü arasında yetki ve sorumluluk alanlarının çakışması zaten konuşuluyordu. Yeni bir gelişme oldu. Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün görevlerini il bazında etkin bir şekilde yerine getirmesi için taşra teşkilatı kuruldu.
Denildi ki; Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün görevleri taşrada Tarım ve Orman İl Müdürlükleri bünyesindeki Tarımsal Altyapı ve Arazi Değerlendirme Şube Müdürlüğü tarafından yürütülecektir.
Peki, bu kapsamda taşra birimleri ne yapacak bir bakalım.
Su kaynaklarının korunması ve suyun verimli kullanılmasına ilişkin çalışmalar, suyla ilgili planların ve yürürlüğe konulan mevzuatın uygulanmasının takibi, havza ölçekli yönetim planları ile taşkın tahmini ve erken uyarı çalışmalarında ihtiyaç duyulan bilgi, belge ve verilerin temin edilmesi, yer üstü sularının kalitesinin ve miktarının izlenmesi, içme suyu arıtma tesislerinin yerinde incelenmesi ve raporlanması, yöre halkının, havzanın durumu ve özellikleri dikkate alınarak eğitimi ve bilgilendirilmesi, Havza Su Kurulları ve İl Su Kurullarının sekretarya faaliyetlerinin yürütülmesi….
Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’ne göre beşeri ve sosyal kaynakların etkin değerlendirilebilmesi adına taşra birimlerinin oluşturulması son derece faydalı olmuş.
Ancak Su Politikaları Derneği de diyor ki; hiç de öyle olmadı. Bu karar su yönetiminde çok başlı yapının genişlemesine neden olacak, su yönetiminde yetki karmaşası artacak.
Ülkemizde su yönetimin en büyük sorunları çok başlı, çok parçalı ve koordinasyon eksikliği içinde olması olarak tanımlanmaktaydı. Uzun zamandır hazırlıkları süren Su Yasası Taslağı ile bu sorunların ortadan kaldırılması amaçlanmaktaydı. Yıllardır konuşulur, yasa çıkmadı.
Bunun yanı sıra çıkartılan yönetmelikler ve Cumhurbaşkanlığı Genelgeleri ile Ulusal Su Kurulu, Havza Su Kurulu Ve İl Su Kurulları oluşturulmuştu. Bu kurulların sekretarya görevi ise havzalarda Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüklerine illerde ise DSİ Şube Müdürlüklerine verilmişti.
Su Politikaları Derneği, havza ve il su kurullarındaki sekretarya görevinin ve diğer bazı görevlerin ülkemizin su yönetimi konusunda bilgi, deneyim ve donanım konusunda en gelişmiş ve yaygın kurumu olan DSİ Genel Müdürlüğünden alınıp Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün taşrada daha yeni kurulma aşamasında olan bir şube müdürlüğüne verilmesi su yönetimindeki karmaşayı artıracak diyor.
Dernek bu savını DSİ’nin eski yöneticilerine dayandırıyor. Türkiye uzun zamandır havza ölçeğinde bütünleşik bir su yönetimi yapısı oluşturmaya çalışıyor. Bu yeni taşra yapılanması ile Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün il ve havza ölçeğinde su yönetimindeki sorumluluğu artacak görünüyor.
Peki, sonuçta ne olacak? Su yönetiminin kurumsal yapılanmasındaki bu karmaşanın sürmesi ve havza ölçeğinde yasal çerçeveye dayanan etkin bir kurumsal yapının oluşturulamamış olması, yaşanan problemlerin artmasına neden olacak.
Ayrıca kurumlar arasında yetki görev ve sorumluluk çakışmalarının önlenememiş olması da hem işleyişin aksaması hem de kurumların idari zafiyetler yaşaması sonucunu doğuracak.
Bu karışıklığın sahadaki ve sulama ücretleri boyutundaki karşılığı nedir? Doğal olarak yine karışıklıktır. Sulama kooperatifleri var, sulama birlikleri var, tarımsal sulama ruhsatı ayrı, kooperatif sulama ruhsatı ayrı, yok depo sulaması, yok sanayi ruhsatıyla sulama… Bunların hepsinin ücreti de farklı…
Ücret demişken, çiftçinin elinde hazır parası var mı? Yok. Borcunu ya elindeki banka kartı ile ödüyor ya da tefeci faiziyle… 1 liralık fatura oluyor, 1,5 lira, 2 lira…
Desteklere gelelim; bazı bölgelerde elektrik maliyetlerine ciddi devlet desteği var, bazı bölgelerde hiç yok. Aynı ürünü, aynı alanda, aynı miktarda üreten bir çiftçi faturasının tamamını ödüyor, diğeri yarısını, bir diğeri 3’te birini…
Bir başka konu… Hani faturalar hasattan sonra kesilecekti? Elektrik şirketi özel bir bankayla anlaşma yapacak, siz gidip o bankadan kart alacaksınız, ancak öyle hasatta ödeyeceksiniz, ama nasıl? Tabii ki faizi ile…
Sonra bir haber pat diye önünüze düşecek: ‘’Bilmem ne elektrik şirketi geçmiş dönemlere ait borcunu ödemeyen tarımsal sulama abonelerine bu yıl elektrik verilmeyeceğini duyurdu.’’
Hepimiz karbon vergisini gündeme getiriyoruz ama su maliyetleri de artıyor, suyu çıkarmak ve kullanmak için harcadığımız elektriğin maliyeti de.
Modern sulama teknolojisine sahip olmayanlara sulama yaptırmayacaklar ya da katlanılamaz maliyetler, vergiler gelecek ve bunlar uluslararası boyutta olacak.
Su savaşlarının tarihi milattan önceye gider. Mezopotamya’dan başlar, Orta Asya, Orta Doğu, Afrika’ya uzanır. İçinde bulunduğumuz ve yakın coğrafyamızın şekillenmesi suyla olmuştur.
İklim değişikliğiydi, nüfus artışıydı, kentleşmeydi, karbondu derken gelecekte de potansiyel çatışma bölgeleri yine bu coğrafyalar…
Biz, bizi bitiren, kendi içimizdeki su yönetimi ve zam ve vergi savaşlarını sona erdirmeden küresel savaşlar başlamasa bari.