Daha Fazla Gör

    Son Yazılar

    BİR MUCİZE ALGISI: KENT TARIMI

    Kırsalda tarım arazilerinin tamamını en verimli şekilde kullanıyoruz.

    Yetkililerimiz her fırsatta “Ekilmedik bir karış toprak kalmasın” diye açıklama yapmıyorlar.

    Tarım alanlarımız son 40 yılda 4,6 milyon hektar, son 20 yılda 2,6 milyon hektar azalmadı.

    Gençlerimizi girişimci olarak tekrar kırsala çekmek için yapılan onlarca proje ve aktarılan kaynak ise Fadime’nin Düğünü şarkısındaki “Haydi gel köyümüze geri dönelim” nakaratını tekrar hatırlatmak için harcanıyor.

    İstanbul, Ankara ve İzmir’in nüfusu Türkiye’nin neredeyse yarısına ulaşmamış.

    Kentlerdeki yoğunlaşmayı azaltmak için birinci sınıf tarım arazilerini imara açmadığımız gibi, 3 sene önce yasal düzenlemeyle 1,5 dönüm yere 250 metreden 3 villa dikme olanağını da biz getirmedik.

    Tarım topraklarının amaç dışı kullanımında kentsel kullanım, sanayiden sonra ikinci sırada değil.

    Kentlerimiz çok planlı, gelişigüzel yapılmış apartman yığınlarından oluşmuyor, toprak-insan ilişkisi üst düzeyde yaşanıyor.

    Kent sınırlarını il idari sınırları içine alıp kır ve kent kavramlarının yönetimsel olarak birbirine sokmadık.

    Daha da çoğaltılabilecek bu örnekler ortada dururken, yeni bir konumuz daha oldu:Kent tarımı.

    “Mazot ve otoyol – köprü geçiş ücretleri başta olmak üzere lojistik maliyetlerini azaltamıyoruz, yeterli destek veremiyoruz, karbon ayak izi meselesi zaten başımıza olmadık işler ve masraflar açacak, o zaman gündelik tüketimde yer alan sebze – meyveyi şehirde üretelim.”

    İşin çıkış mantığı özetle bu.

    Son 20 yıldır konuşulan, pandemiden sonra ivme kazanan, moda mı, gereksinim mi olduğuna bence tam karar verilemeyen kent tarımına çok ihtiyatlı yaklaşmak lazım.

    Konu ilginizi çektiyse devam edelim.

    Tarım ve Orman Bakanlığı son 2 yılda 7,2 milyon dekar atıl ve nadas alanını tarımsal üretime kazandırdığını söylüyor. Şu dakikadan sonra hiç toprak kaybetmeyeceğimizi ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın aynı hızla toprakları üretime kazandıracağını hesap edersek bin yıldan fazla süreye ihtiyaç var.

    Üretim yapmayan çiftçiyi tarıma döndürmek, boş alanları tarıma tekrar kazandırmak kırsalda bile bu kadar zorken kentlerde bu iş nasıl olacak?

    Kent tarımının olumlu yönlerini anlatan her türden çok sayıda yayın ve sunum takip eden biriyim.

    Kent tarımı ve kent çevresi tarımının özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gıda güvenliği, beslenme, kentsel yoksulluğun giderilmesi, kentsel biyoçeşitliliğin korunması ve geliştirilmesi, gıda israfının azaltılması gibi pek çok açıdan olumlu yanlarının olduğunu biliyorum.

    Derdim, kırsal alanlardaki temel sorunlar artarken, çiftçinin girdi maliyetlerinin, ürünlerin satış fiyatlarının artışına net bir çözüm bulunamamışken, dikkatlerin tarım ürünlerinin fiyatlarını hemen düşürecek bir mucizeymiş gibi bir algı yaratılarak kent tarımına çekilmesi ve bunun propaganda unsuru olarak kullanılmasının yanlışlığını vurgulamak.

    Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2024-2028 yıllarını kapsayan Stratejik Planı var. “Tehditler” bölümünde “Bölgesel kalkınma farklılıkları kentlere göçü tetikliyor, gençler tarımdan uzaklaşıyor.” yazıyor; tam yanında da “Ne yapmalı” bölümü var, orada da “Kentlerin etrafında gıda arzına yönelik yürütülen faaliyetlerin desteklenmesi” yazıyor. Şehirde tarım yaparak, kırdan kente göçü engelleyeceğiz yani.

    Çoğu ülkede kent tarımının idari ve sosyal koşulları da içeren yasal altyapısı ve kurumsal çerçevesi yok. Yani kent tarımı kontrolsüz büyüyor. Kırsaldan kente gelenlerin çoğu sadece tarımsal üretimi bildiği için kontrolsüzlükle birlikte riskte artıyor.

    Ne riski derseniz?

    Kent yaşamında parayı hemen kazanmak lazım, bu durum kısa vadede hangi ürün kazandıracaksa onun ekilmesini tetikliyor. Zaten maliyetler almış başını gitmiş bir de üzerine “Ne olursa olsun hemen elden çıkacak, mevsimlik ve ucuz maliyetli ürün olsun” mantığı eklenince özellikle üretim planlaması açısından risk artıyor.

    İnşaat ve hizmetler sektörünün büyüdüğü, tarım sektörünün küçüldüğü ülkemizde tarımsal faaliyetlerin kent içindeki diğer ekonomik alanlarla kıyaslandığında rekabetçi olma şansı yok.

    Kentler, şimdiki kentsel tarım alanlarına doğru yayılırsa ki yayılacağına emin olun, ne yapılacak?

    Bir de buna plansız kullanımla artacak kentsel su rekabetini ekleyin.

    Yazının başında vurguladığımız gibi kent tarımında yetiştirilen ürünlerin ulaşım maliyetleri düşük olabilir ancak kentlerde tarım yapılacak alanların ve emek gücünün yüksek maliyetini hesaba katmak gerekir.

    Kentsel yönetim alanları içinde kalan tarım alanlarının korunması, geliştirilmesi ve tarımsal üretimin yapılmasına yönelik organizasyonlarda yerel yönetimlerin nasıl görev alacağı konularına ilişkin ayrıntılar hala belli değil.

    Kentsel tarımın sürdürülebilir olması için pek çok düzenlemeye ihtiyacı var; yoksa bu uğraş boş vakitleri geçirme uğraşı, hobi olarak kalır.

    Kapalı dikey tarım olanaklarının geliştirilmesi ve bu yönde son yıllarda yapılan proje ve yatırımlar elbet önemli ve gereklidir, artması da gerekir.

    Ancak, kentsel tarımın yaşanılan ekonomik zorlukları ve yoksulluğu gideremeyeceği bir gerçek. Hatta bazı kentsel tarım uygulamalarının zaten dezavantajlı olan grupların yerlerinden edilmesine katkıda bulunarak eşitsizliği artırabileceğine yönelik görüşler de var.

    Kent tarımı doğru planlansa bile, kırsal tarımın ancak tamamlayıcısı olabilir; bir mucize kurtuluş değildir.

    Ders çıkarmamız gereken tarihsel bir not özeti ile yazıyı bitirelim. Kent tarımı uygulamalarının yaygınlaştığı ve desteklendiği dönemler I. ve II. Dünya Savaşları ile nerdeyse her on yılda bir tekrarlanan ekonomik buhranlar olmuştur.

    Son Yazılar

    spot_img

    Önerilen Yazılar

    ×
    ×