KÖKÜNE KADAR DONDUK AMA KİMSE DUYMADI
10 Nisan’da bastıran donun üzerinden bir ay geçti. Ne var ki, tarla soğudu ama gündem ısınmadı. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın il ve ilçe müdürlükleri sahada, zarar tespiti için çalışıyor; doğru. Ama üreticiler için zaman, bakanlık takviminden hızlı akıyor. İlk günlerde “dala bakarak oran verilemez” diyen uzmanlık refleksi anlaşılır ama artık bu açıklama bekleyişi izah etmeye yetmiyor. Hasarın ön tespit raporları varsa, kamuoyuyla paylaşılmalı. Çünkü çiftçinin toprağı kadar sabrı da dondu.
Önceki yıllarda yaşanan don olaylarında bu işler daha hızlı yürümüştü. Bir hafta içinde oranlar çıkar, yerel teşkilatların sitelerinde yayımlanırdı. Bu yılki don, daha yaygın olabilir ama bu süreci ağırlaştırmamalı. Zarar oranları açıklanmadan destek mekanizması çalışmıyor. Zaten sorun sadece destek değil: Üretici temsilcileri, resmi maliyet tablolarıyla gerçek maliyetler arasındaki uçuruma dikkat çekiyor.
Daha da vahimi, don sadece bu yılın hasadını değil, geleceği de kuruttu. Bazı bahçelerde ağaçların tamamı zarar gördü. Yani bu yıl ürün yok, seneye de umut yok. O halde destek, yalnızca bu yılı telafi etmek için değil, uzun vadeli yıkımı hafifletmek için düşünülmeli. Tarımda “geçmiş olsun” demek yetmiyor; geleceğe de sahip çıkmak gerekiyor.
TOPRAKTA KOD YAZMAK: TARIMIN GELECEĞİ DERS PROGRAMINDA
Uzun zamandır konuşuyoruz; tarımın geleceği dijitalleşmede. Ama bu dijital dönüşüm yalnızca drone’la gübre atmak ya da sensörle toprak ölçmekten ibaret değil. Artık mesele, bu teknolojileri tasarlayacak, okuyacak ve yönetecek insan gücünü yetiştirebilmekte. Tam da bu noktada YÖK’ten gelen haber dikkat çekici: Tarıma özel, teknoloji tabanlı yeni bölümler açılıyor.
Yapay zekâ, büyük veri, nesnelerin interneti, hassas tarım, siber güvenlik… Bunlar, yeni nesil tarım eğitiminin ana başlıkları olacak. Üniversiteler sadece bilgi üretmeyecek; aynı zamanda bu bilgiyi tarlaya taşıyacak gençleri de sahaya sürecek. Ve bu hamle, yalnızca teknolojik içerikle sınırlı değil. Üretim kapasitesini artırmaya yönelik uygulamalı bilgiler de müfredatın bir parçası olacak.
Mevcut tarım bölümleri güncelleniyor, yenileri açılıyor, üniversitelerle sektör arasında daha güçlü bağlar kurulması hedefleniyor. Yeşil ekonomi, çevre ve sürdürülebilirlik gibi kavramlar da eğitim dünyasına giriyor. Yani üniversiteler artık sadece diploma değil, dirençli bir gelecek vizyonu da vermeye hazırlanıyor.
BUĞDAYDA STRATEJİ ZAMANI: KURUŞUN HESABI, GELECEĞİN TEMİNATI
Ulusal Hububat Konseyi’nin yayımladığı sonuç bildirgesi, tarım gündemine not düşmekle kalmıyor, yön tayin ediyor. Makarnalık buğday ekiminde azalma, ekmeklikte artış öngörülüyor. Bu stratejik bir yönelim mi, yoksa piyasa baskısı mı, net değil. Ama net olan şu: Buğday rekoltesi 18,6 milyon ton olarak tahmin ediliyor ve bu rakam Nisan’daki donun etkisini henüz tam yansıtmıyor.
Karadeniz havzasında Gıda Güvenliği Zirvesi düzenlenmesi, Türkiye’nin liderlik etmesi öneriliyor. Çünkü buğday, arpa ve mısır fiyatları bölgede yükselişte. Verimlilik kuzeye kayarken özel sektörün yurtdışında arazi kiralayıp üretim yapması da gündemde. Ancak dışarıya bakarken içerideki sorunları gözden kaçırmamak gerek.
Müdahale fiyatları maliyete göre belirlenmeli, fark ödemesi sistemi güncellenerek sürdürülmeli. Un ihracatında birinci sıradayız ama bu liderlik, makarnalık buğdaydaki düşüşle sarsılabilir. Katma değeri yüksek üretim ve yeni pazarlara yönelme şart. Yem sanayisi de aynı şekilde yerli kaynaklara daha fazla yaslanmalı. Tarımda çözüm, detayda gizlidir; bildirgeler ise doğru okunduğunda yol gösterir.
BORÇLA DEĞİL, UMUTLA EKİLSİN TOPRAK
Mart 2024 itibarıyla tablo vahim: 2.2 milyon çiftçinin bankalara borcu 989 milyar liraya ulaşmış durumda. Bir önceki yıla göre yüzde 49 artış. Ama daha acısı, icralık borçlardaki yüzde 148’lik sıçrama. Bu rakamlar, çiftçinin artık borcunu çeviremediğini, üretimin değil, tükenişin eşiğinde olduğunu gösteriyor.
Kuraklık, don, sel… Zaten doğa, bu yıl üreticiye aman vermedi. Şimdi bir de bankalar boğazına sarılırsa, bu insan nasıl üretmeye devam edecek? Borçlar yapılandırılmalı, faiz yükü silinmeli, vadeler uzatılmalı. Ama bunlar geçici pansumanlar. Asıl ihtiyaç, üreticiyi hayata bağlayacak, yeniden tohum atacak gücü bulduracak bir plan.
Bugün çiftçiye kredi vermek risk değil, milli sorumluluktur. Çünkü eğer üretici üretimden koparsa, mesele sadece tarlada değil, sofrada da başlar. Bu kriz, yalnızca çiftçinin değil; bu ülkenin karnının krizidir. Gıda güvencesi, önce üreticinin güvencesinden geçer. O yüzden meseleye borç değil, varlık olarak bakmalıyız. Çiftçi borç değil, umutla ekmeli toprağı.
İNSANSIZ TARLA, EKİLMEZ TOPRAK
Bir zamanlar tarımda “nitelikli iş gücü eksikliği” konuşurduk; şimdi artık “iş gücünün kendisi” yok. Yani işin niteliklisi değil, düpedüz işçisi eksik. Ülkenin dört bir yanında üreticiler “çalışacak adam bulamıyorum” diyor. Kırsalda tarımla uğraşanların yaş ortalaması 60’a dayandı. Gidişat gösteriyor ki bu sayı artacak, gençlerin toprağa olan mesafesi açıldıkça tarım yaşlanmaya mahkûm olacak.
Seralarda, tarlalarda, bağda bahçede çalışacak insan bulunamıyor. Günlük yevmiyeli işçi dahi bulmak neredeyse imkânsız. Geçmişin imece kültürü artık hatıralarda kaldı. Suriyeli işçilerin bu açığı kapattığı düşünülse de üreticiler hâlâ dertli: İnsan yok, el yok, zaman yok.
Tarım arazileri var ama çalışacak insan bulamıyoruz. Bu çelişki, sadece üreticinin değil, ülkenin geleceğini tehdit ediyor. Stratejik sektör diye adlandırdığımız tarım, iş gücünü kaybediyor. Ve uzmanlar haklı olarak şunu söylüyor: Bu sorun eğitimsiz çözülmez. Eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapılmadan, tarım gençler için bir seçenek hâline getirilmeden bu tablo değişmez. Bugün görmezden geldiğimiz iş gücü sorunu, yarın gıda krizine dönüşür. Bu sadece tarlanın değil, toplumun meselesidir.

